Avrupa'yı mat eden Türk: Satranç Otomatı "Türk"

Avrupa'yı mat eden Türk: Satranç Otomatı "Türk"

Rococo tarzının tüm ihtişamı, zarafeti, canlılığı ile saraylarını sardığı, Vivaldi’nin hayata veda edip Beethoven’ın Dünya’ya gözlerini açtığı, Mozart’ın genç bir besteci olarak çıktığı turneler ile tüm Avrupa’ya müzik ziyafeti yaşattığı, Osmanlı Devleti ile serbest ve barışçıl ticari ilişkiler içerisinde olan Hasburg Hanedanı’ndan Roma İmparatoriçesi Maria Theresa’nın hüküm sürdüğü Viyana’da, Mozart’ın 1780 yılında hepimizin bildiği Türk Marşı’nı bestelemesinden 10 sene önce sahneye artık pek de fazla bilinmeyen başka bir Türk çıkmıştı; satranç otomatı mekanik Türk, kısaca Türk.

1770 yılında mekanikçi Wolfgang von Kempelen, üzerinde satranç tahtası bulunan 120 santimetrelik bir kabinin arkasına kaftanı, sarığı, bıyığı ile adeta Osmanlı saray eşrafından biri gibi duran ve adını bu sebeple Türk koyduğu cansız manken yerleştirdiği bir satranç otomatı tasarlayarak kutsal Roma İmparatoriçesi Maria Theresa’ya sundu. Daha önce görülen hiçbir şeye benzemeyen bu otomat İmparatoriçe ile asilzadeleri şaşkınlık ve merak içinde bıraktı.

Her oyun başında von Kempelen kabinin içini açarak otomatın çalışma mekanizmasını gösteriyor, hatta kabinin içini mum ile aydınlatarak içeride bu mekanizmadan başka hiçbir şey olmadığını göstererek kabini kapatıyor ve daha sonra kabinin yanına geçip bir kolu çevirerek düzeneği çalıştırıyordu. Böylece cansız manken Türk gözlerini açarak kafasını hafifçe sağa sola çevirip ilk piyonunu ileri sürerek oyna başlıyordu. Yaptığı hamleyi tamamladığını başını sallayarak belli eden, rakibin hamlelerini gözlerini tahta üzerinde gezdirerek inceleyen Türk, maç bitiminde satranç tahtasının yanında bulunan tabladaki harfleri birleştirerek rakibinin sorduğu sorulara cevap da veriyordu.


Otomatın mekanizması


Türk, aynı zamanda esaslı bir satranç oyuncusu idi. Rakiplerinin hemen hemen tamamını yeniyordu. Kimine göre teknolojik devrimdi, kimine göre içinde bir çocuk ya da cüce vardı, kimiyse manyetizma ile çalıştığını düşünüyordu.

Türk’ün ilk macerası çok uzun sürmedi ve 1774 yılından sonra, 1783’te II. Joseph tahta çıkana kadar unutuldu. II. Joseph Türk’ün bir Avrupa turnesine çıkmasını istedi. Türk, ilk durağı Paris’te o dönem Amerika büyükelçisi olarak görev yapmakta olan Benjamin Franklin dahil pek çok satranç ustasını mat etmeyi başardı. 1804’te von Kempelen ölene kadar İngiltere, Hollanda, Almanya gibi pek çok Avrupa ülkesini gezen Türk çoğu maçtan galip olarak ayrıldı. Von Kempelen’in ölümünden sonra bu gizemli satranç otomatı Johann Maelzel isminde bir Alman mucit tarafından satın alındı. Bu mucit Türk’e şah çektiğinde “Şah!” demesini sağlayacak mekanik bir ses de ekledi. Yıl 1809 olduğunda Viyana’da Napolyon Bonaparte ile Türk arasında kıyasıya bir maç başladı. Her ne kadar Napolyon kural dışı birkaç hamle denediyse de Türk başını sallayarak bu yanlış hamleleri düzeltti ve Napolyon’u mat etmeyi başardı.

1826’da Türk Maelzel ile Amerika’ya gitti ve birçok şehirde oyuncular ile satranç maçı yaptı. Bu maçlardan birini ünlü yazar Edgar Allan Poe da izledi. Edgar Allan Poe Türk ile ilgili olarak bir makalesinde otomatın hamlelerinin akıldan başka bir şey tarafından düzenlenmediğine neredeyse eminin olduğunu yazdı.

Türk, Maelzel ile son yolculuğunu 1838 yılında Havana, Küba’ya yaptı. Buradan dönüşte Maelzel rahatsızlanarak gemide hayatını kaybetti ve Türk’ü geminin kaptanına emanet etti. Maelzel’in arkadaşı iş adamı John Ohl bu satranç otomatı dahil Maelzel’den kalan mekanik aletleri açık arttırmaya çıkardıysa da satranç otomatı Türk’ü 400 dolara kendisi satın aldı. Daha sonra Edgar Allan Poe’nin doktoru olan John Kearsley Mitchell otomatı kendisinden satın aldı. Mitchell 1840 yılında otomatı restore ederek tekrar işlevsel hale getirdi. Türk’e olan ilgi yine artınca Mitchell otomatı Charles Willson Peale’nin Müzesi’ne bağışladı. Ne yazık ki 5 Temmuz 1854 yılında çıkan bir yangında satranç otomatı Türk yanarak kül oldu.

Peki Türk’ün 85 yıla yakın süre Dünya’yı dolaşmasını ve her daim insanların ilgisine mazhar olmasını sağlayan sırrı neydi? Aslında Edgar Allan Poe ve onun gibi şüpheciler haklıydılar. Türk’ün satranç oynamasını sağlayan insan aklından başka bir şey değildi, Türk aslında ilk yapay yapay zekaydı diyebiliriz.

Yine Edgar Allan Poe’nun dediği gibi Türk eğer gerçekten kendi başına çalışsaydı tartışmasız olarak insanlık tarihinde o zamana kadar yapılmış en hayret verici icadı olacaktı. Tabii ki Türk bir insan yardımı ile çalışmaktaydı. Ancak pek çoklarının düşündüğü gibi bu insan Türk kıyafetleri giymiş mankenin içine saklanmıyordu.

Türk’ün çalışması için gerekenler kabinin üzerindeki satranç tahtasında yapılan hareketlerin kabinin içerisine iletilmesini sağlayan ve manyetizma ile çalışan bir sistem, mankenin kolunun oynatılmasını sağlayan hassas bir mekanizma ve tabii ki kabinin içine gerçek bir satranç oyuncusunu saklayabilmekti. Ancak kabinin içinde bir insan gizlendiği tahmin edilebilse de bu insanın görmeden yukarıdaki satranç tahtasında mankenin kolunu oynatarak nasıl doğru hamleler yaptığı merak konusuydu.

Kempelen her ne kadar oyun başlamadan önce kabinin kapısını açıp içinin boş olduğunu gösterse de bunu içeride saklanan gerçek satranç oyuncusunun saklanmasına izin verecek şekilde yapıyor, bu sayede kapı açıldığında tek gözüken içerideki sözde mekanizma oluyordu.


Saklanan satranç oyuncusu


Pusulalar sayesinde varlığı bilinse de manyetizma dönemin Avrupa’sında çok iyi anlaşılan bir konu değildi. Kempelen ise manyetizmayı güzle şekilde kullanıyordu. Satranç tahtasının altına manyetik pimler yerleştirmişti ve içine demir yerleştirilen satranç taşları hareket ettiğinde manyetik pimler de hareket ediyor ve böylece kabinin içine gizlenen satranç oyuncusu oyunu kolaylıkla takip edebiliyordu.

Satranç taşları


Bir diğer mesele de Türk’ün eli ve kafası gibi uzuvlarının oyuna uygun şekilde hareket ettirilmesiydi. Kempelen bunun için 17’nci yüzyıldan beri Avrupa’da bilinmekte olan ve genellikle teknik resimlerin kopyalanması ve ölçeklendirilmesi için kullanılan pantograf prensibini kullandı. Bu prensip ile doğal hareket yanılsaması yaratmak için pantografi prensibini üç boyutlu olarak kullandı. Baş ve parmakların hareket etmesini sağlamak için de iki manivela ve ipler kullanılmıştı.


Kolların hareket mekanizması


Türk’ün bu çalışma sırları Mitchell’in oğlu Silas Mitchell’in aylık bir satranç dergisi için yazdığı bir makale ile ortaya çıktı. Bugün bildiğimiz diğer detaylar ise bu otomatın gizli satranç oyuncusu olarak çalışanlar tarafından anlatılmıştır. Örneğin Mitchell’in otomata sahip olduğu dönemde çalışan operatörlerden biri olan William F. Kummer, kabinin içinin aydınlatılması için kullanılan mum gibi aydınlatmalardan çıkan dumanı kamufle etmek ve havalandırma sağlamak için gizli bir tüp Türk’ün sarığına bağlanmıştı ve sarıktan çıkan duman oyun bölgesine yerleştirilen diğer mum ve lambaların dumanı kullanılarak kamufle edilmekteydi. 

Bu sayede Türk önce Avrupa ve daha sonra Dünya’da senelerce büyük ilgi uyandırdı. Yangından seneler sonra, sihirbazlar için ekipman üreten Amerikalı John Gaughan 1984 yılından itibaren beş sene boyunca 120.000 dolar harcayarak bu satranç otomatının bir versiyonunu üretmek için çabaladı. Bu yeni otomatta, yangın zamanı otomatın kendisinden ayrı sergilendiği için yangından kurtulan orijinal satranç tahtasını da kullandı. 1989 yılında ilk kez sergilenen bu otomat da büyük ilgi uyandırdı ancak bu defa gerçek bir satranç oyuncusu yerine bilgisayar tarafından yönetilen bir satranç programı vardı.

İrem Pamuk

Yazmaya olan ilgisini tarih, müzik, sanat ve edebiyat sevgisi ile birleştiren hukukçu.