Gurme Lezzet olarak Tarih, Şifa Kaynağı Olarak Mumya

Gurme Lezzet olarak Tarih, Şifa Kaynağı Olarak Mumya

Tarihi değiştiren bir fetih, depremler, savaşlar ve çeşit çeşit toplumsal olaylara şahit olmuş Ayasofya Camii lokma lokma tüketilirken bu akıl tutulmasının nasıl başladığını merak etmemek imkânsız. Ne var ki kutsallığı veya sağlığa iyi geldiği gerekçeleri ile akla hayale gelmeyecek nesneleri tüketmek bu çağın insanına has bir akıl tutulması değil. Aklımız da ay gibi güneş gibi dönem dönem tutulmakta. Örneğin tarihte uzunca bir dönem, özellikle Avrupalılara hastalıklarını nasıl tedavi ettiklerini sorsanız size kısaca yamyamlıkla diye cevap verebilirlerdi.

Antik Mezopotamya ve Hindistan’da pek çok şifacı şifa dağıtmak için insan parçaları kullanmaktaydı. Antik Roma’da gençliklerinden ve güçlerinden faydalanılabilineceği düşünüldüğünden öldürülen genç gladyatörlerin kanları içilmekteydi. Üstelik gladyatör kanının epilepsi tedavisinde de işe yaradığı düşünülmekteydi.

15’inci yüzyıl Avrupa’sında mumya ticareti çok hızlanmıştı ancak bunun sebebi Avrupalıların tarihe olan merakı değildi. Avrupalılar 12’nci yüzyıldan beri mumyaları ilaç kabul edip, tüketiyorlardı. Bilim insanları mumyaların ne sebeple ilaç olarak kabul edildiğini tam olarak tespit edememiştir. Kimilerine göre mumya parçalarının uhrevi güçleri vardır. Bir diğer görüş ise mumyalardaki katranın iyileştirici gücü olduğu yönündedir. Antik dünyada katran iyileştirici yönü ile bilinmekteydi. Katran ısıtıldığında yapışkan, koyu ve soğuduğunda sertleşen kıvamı sebebi ile kırılan kemikleri sabitlemek için çok kullanışlıydı. Ayrıca diş ağrısından, öksürük ve dizanteriye pek çok hastalığın tedavisinde kullanılmaktaydı. Katran normalde bitki ve hayvan kalıntılarının bulunduğu küçük havuzlarda doğal olarak oluşmaktaydı. Yunan Doktor Diskorides 1. yüzyıldaki bir yayınında ölü denizden gelen katranın en iyi kalitedeki katran olduğunu belirtmekteydi. Gerçekten de daha sonra bilim adamları bu bölgelerdeki mikrop öldürücü özellikteki katranın aynı zamanda biyosidal etkisi olan kükürt de içerdiğini keşfetmişlerdir. Ne var ki katran kelimesinin her dilde farklı isminin olması Avrupalıların mumya yemesine sebep olan karışıklığın yolunu açacaktı. Sümerlilerin esir, Iraklıların sayali dedikleri katran 10’uncu yüzyılda yaşamış Pers fizikçi Rhazes tarafından yapışkanlığı sebebi ile mum kelimesinden yola çıkarak mumia olarak adlandırılmıştır. 11’ini yüzyıla gelindiğinde İbn-i Sina mumia kelimesini özellikle tıbbi katranı ifade etmek için kullanmaya başladı. Avrupalıların mumyaları “mummia” olarak adlandırmasının sebebi de mumyalar üzerindeki siyah katmanı tıbbi katran zannetmeleri ile ortaya çıkmıştır. Üstelik her mumya üzerindeki siyah katman katran da içermemektedir.

Mumya Tozu

Tüm bu sanrılar ile mumyalar her zaman ilaç olarak özel bir yere sahip oldu. Doğal katran bulmak güç olduğundan mumyadaki katran çok büyük talebe sebep oldu. Öyle ki antik mumyalara ulaşmak güç ve pahalı olduğundan ilaç olarak kullanmak için özel mumyalar yapılmaya başladı ancak bu mumyalar “ikinci kalite” olduğundan antik mumyalardan ayrı olarak satılmaktaydı. Ancak yeni mumyalar hazırlamak hiç de iç açıcı bir süreç değildi. Dominik Tarikatı’ndaki bir İspanyol keşiş olan Luis de Urreta 1610 yılında yayınladığı bir eserde deyim yerindeyse “ilaçlık” mumya hazırlama sürecini detaylıca anlatıyordu. Buna göre mumya yapılacak tutsak uzun süre aç bırakılıyor ve daha sonra tutsağa uykusunda kafası kesilmeden önce pek çok ilaç veriliyordu. Daha sonra kanı boşaltılan ceset baharatlar ile doldurulup, samanla sarılarak 15 günlük bir süre için gömülüyordu. Ardından gömüldüğü yerden çıkarılıp 24 saat güneşte kurutularak istenen kararmış mumya görüntüsüne ulaşıyordu. Üstelik Luis de Urreta’ya göre bu mumyalar antik mumyalardan daha iyi ve kaliteli olmasının yanı sıra tedavilerde daha da etkiliydi.

Özellikle 16 ve 17’nci yüzyılda şifa için insan kalıntıları yeme uygulaması çok yaygınlaştı. Sadece mumyalar değil genel olarak ölen insanların vücut parçaları baş ağrısından epilepsiye çok çeşit hastalık için bilim insanlarından, asilzadelerden, din adamlarına toplumun pek çok kesimi tarafından tüketilmekteydi. Üstelik aynı yüzyıllarda Amerika’daki yerliler yamyamlık yaptıkları için Avrupalılar tarafından vahşi olarak nitelendirilip öldürülmekteydi. Bunun açıklaması olarak da Amerikalı yamyamlarda yiyen ve yenilen arasında derin bir sosyal bağ olduğu, Avrupa’da ise bu cesetlere tıbbi bir metadan öte bakılmadığı söylenmekteydi.

Kafa rahatsızlıkları için kafatası toz haline getirilip çeşitli içeceklere katılarak içilmekteydi. İç kanama için tentüre bulanmış mumya tozu tüketilmekteydi. İnsan vücudundan çıkan yağ, gut gibi rahatsızlıkların tedavi edilmesinde kullanılmaktaydı. Yine 17’nci yüzyılda Alman bir hekim 24 yaşındaki kızıl saçlıların cesetlerinden elde edilecek kuru etin çok geniş bir yelpazedeki hastalıkları tedavi edebileceğine inanıyordu.

Sadece beden parçaları ve mumyalar değil insan kanı da bu dönemki tedavilerde önemli bir yer tutuyordu. Kan, insan bedeni ile canını bir arada tutan ruhu taşıdığına inanıldığından çok kıymetli kabul ediliyordu. Bu sebeple kan ne kadar taze ise o kadar iyiydi. Kan, insan öldükten sonra mümkün olan en hızlı şekilde hala içinde bir miktar canlılık barındırdığı düşünülen zamanda vücuttan alınarak kullanılıyordu ancak bunu yapmak çok da kolay değildi ve kan pahalıya satılmaktaydı. Bu sebeple eczanelerden bu “ilaca” ulaşamayanlar idamlar sırasında cüzi bir ücret ödeyerek mahkumların hala sıcak olan kanını satın alıp tüketebilmekteydiler. Fransiskan bir eczacı kanın pişirilerek tüketilmesinin daha uygun olacağını düşünerek 1679 yılında kandan nasıl marmelat yapılacağına ilişkin bir tarif yayınladı.

Avrupalılar mumyaları sadece ilaç olarak değil aynı zamanda “mumya kahverengisi” de denilen bir renk pigmenti olarak sanat alanında da kullanılmaya başladı. Araştırmalara göre mumya kahverengisinin kullanılmasına başlanması Rönesans’a kadar uzanıyordu. Leonardo da Vinci dönemin ruhunu “Hayatımızı başkalarının ölümü ile koruyoruz. Ölü şeyde, yaşayanın midesi ile birleştiğinde duyarlı ve entelektüel yaşamı yeniden kazanan hissiz bir yaşam kalır.” sözleri ile anlatmaktadır.

Interior of a Kitchen Martin Drolling

19’uncu yüzyıl ressamlarından Eugène Delacroix, Sir Lawrence Alma-Tadema, ve Edward Burne-Jones mumya kahverengisinin gölgelendirme ve ironik bir şekilde ten rengi olarak çok kullanışlı olduğunu söylemekteydi. 20’nci yüzyıla kadar alınabilen bu boyaları satan Londralı bir boya tüccarı bir adet mumyadan kendisi ve müşterilerine 20 sene yetecek pigment elde edilebileceğini söylemekteydi.

Her ne kadar 20’nci yüzyılın başlarında bir Alman medikal kataloğunda mumya hala ilaç olarak listelenmiş olsa da 18’inci yüzyılın sonlarına doğru mumyaların ilaç olarak kullanımı gittikçe azaldı ve ölü vücut parçaları gerek ilaç gerekse boya pigmenti olarak kullanılmamaya başladı. Ancak geçen yüzyıllar boyunca insanlık ibadethane kapılarını yemeye, ikonaları kaynatıp suyunu içmeye devam ederek önceki yüzyılların ruhunu yaşatmayı sürdürmektedir.

 

Kaynakça ve daha geniş bilgi için:

https://www.nationalgeographic.co.uk/history-and-civilisation/2019/12/europes-morbid-mummy-craze-has-been-an-obsession-for-centuries

https://www.sciencehistory.org/distillations/mummies-and-the-usefulness-of-death

https://www.smithsonianmag.com/history/the-gruesome-history-of-eating-corpses-as-medicine-82360284/

İrem Pamuk

Yazmaya olan ilgisini tarih, müzik, sanat ve edebiyat sevgisi ile birleştiren hukukçu.