Edebiyat ve felsefe tutkunuyum. Zihnimi kitaplarla dolu bir kara deliğin içerisinde kaybulmuş olarak tanımlıyorum. Astronomiye ve mitolojiye ilgi duyarım. En büyük korkum ömrümün okumak istediğim kitaplara yetmeyeceğidir. Düşüncelerimi insanlarla paylaşmaktan zevk alıyorum ve bu yüzden buradayım.
Kitap Akakiy Akakiyeviç isimli karakterimizin paltosunu konu almaktadır. Akakiy Akakiyeviç, Rusyanın Petesburg bölgesinde oldukça yalnız ve aciz bir karakterdir. Bir şirkette çevirmen olarak görev almaktadır fakat çok az miktarda olan maaşına rağmen işini ondan daha iyi yapan yoktur. Kazandığı parası yalnızca kişisel ihtiyaçlarını karşılamaya yeter, yeni bir şey almak için dahi birikim yapması gerekmektedir. İş arkadaşları bu sessiz karakterin yıllardır eskimiş, çürümüş paltosu ile dalga geçer hatta kendi aralarında ona “bornoz” niye hitap ederler.
Kitap bir ölüm haberiyle başlar. Cezayir’de yaşayan ana karakterimiz Meursault, annesinin ölümünü bakımevinden gelen telgrafla öğrenir. Patronundan izin alır ve bakımevine gider. Annesinin cenazesine karşı olan umursamaz tavırları bize, karakterin kişiliği hakkında bilgiler verir.
Milena’ya Mektuplar kitabını çok beğenmiştim sizlerden de beğenenler ve alıp okuyanlar oldu. Bu gün de yeni bir mektupla karşınızdayım umarım bu kitabı da beğenirsiniz. Kitap hakkında açıklamaya geçmeden önce eğer Kafka’nın mektuplarından hiç okumadıysanız hayatıyla ilgili bir video izleyip öyle okumanızı tavsiye ederim, bu şekilde kesinlikle okuduğunuz şey sizin için çok daha anlamlı olacaktır.
Bu kitapla birlikte 19. Yüzyıla gidiyoruz. Konu olarak toprak köleliğinin kaldırıldığı ve burjuvazinin yükselişe geçtiği dönemde aristokrat bir ailenin Fransa’dan memleketlerine dönmesini ve döndükten sonra çok değerli vişne bahçelerini ve malvarlıklarını kaybedip tekrar Fransa’ya dönmesini anlatıyor.
Kitap Bluma Lennon isimli akademisyenin, elinde Emily Dickinson’ın şiir kitabını okurken bir trafik kazası sonucu ölmesiyle başlar. Blumanın yardımcısı –aynı zamanda kitabın anlatıcısı- Bluma’ya gelen postaları incelerken toz ve çimento içindeki bir kitap ile karşılaşır.
Kitapta Lennie ve George isimli iki yakın arkadaşın hayatlarının nasıl geliştiğini okuyoruz. Bu iki arkadaş iş neredeyse oraya giden, çalışan, ardından iş bitince başka bir çiftlikte yeni bir işe başlayan kişiler. Her ne kadar evsiz barksız olsalar da her zaman yaşama sarılmalarını sağlayan daha kaliteli hayat hayalleri vardır.
Baş karakterimiz aynı zamanda kitabın anlatıcısı yazar Petersburg’da yaşayan yalnız birisidir. Evindeki hizmetçisiyle yaşayan yalnızlığını ise hiç dert etmeyen bir karakterdir. Zamanının çoğunu hayal ederek geçirir, her gün Petersburg sokaklarını gezer ve insanları izler.
Kitap ilk önce 1943 yılında bölümler halinde büyük hikaye adında gazetelerde yayımlanmıştır. Hatta bazı kaynaklarda kitabın bir roman değil de uzun hikaye olarak adlandırıldığına da rastlayabilirsiniz bu tarz iddialarda var. Kitaptan bir cümle ile genel anlamda bahsetmek gerekirse eğer şöyle diyelim; bir anlatıcımız bulunmakta, bu Raif Efendi adında bir karakterle tanışıyor ve bir gün onun siyah kaplı defterinden hayatını okuyor ve bizlere de kitapta yansıtıyor.
Kitap, Marquez’in çocukluğunun geçtiği kasabada işlenen bir namus cinayetini konu alıyor. Kasabada işleneceğini herkesin bildiği fakat engel olmadığı bir cinayet anlatılıyor.Roman bizlere cinayetin ilk cümleden okurlara aktarılmasına rağmen sonunu merak içinde okuyacağımız bir kitap olduğunu vaad ediyor fakat durum ne yazık ki böyle değil.
Kitabın başlıca karakteriz 1980’li yıllarda lise öğrencisi olan Cem’dir. Eczacı olan babasının, bir gün ansızın ortadan kaybolması ve annesinin; babasının bir daha hiç gelmeyeceğini söylemesi üzerine yalnız kalan Cem, para kazanmak için bir usta ile kuyu kazma işine girer.
Kitap bir karakterin rüyalarını konu almaktadır. Karakter, henüz insan dahi diyemeyeceğimiz ilkel bir türü daha doğrusu insansı atasını sürekli rüyalarında görür. Bu rüyalarında gördüğü canlılar üç türe ayrılır; ağaç insanlar, koca diş ve halkı ve bir de ateş insanlar. Ağaç insanlar, oldukçu tüylü vücutlu, ağaç tepelerinde yaşayan, maymunsu bir türdür.
Ünlü felsefe üstadımız bu kitabında sadece putları değil putlaştırdığımız düşünceleri, kalıpları, tabuları deyim yerindeyse yerden yere vurmuş. Kendi ırkı olan Almanları ve kendi ırkının dini olan Hristiyanlığı bu kadar objektif, doğrularıyla yanlışlarıyla kusursuz anlatışına tek kelimeyle hayran kaldım.
Kitap, ana karakteri Vladimir’in bir gün arkadaş ortamında herkesin ilk aşkını anlatmasıyla başlar. Sıra kendisine geldiğinde öyle düpedüz anlatamayacağını, ona zaman vermeleri gerektiğini ve bu anlatacaklarını yazıp getireceğini söyler. Arkadaşları kabul eder Vladimir yazmaya başlar, biz okuyucular okumaya…
Basil Hallward dönemin iyi sayılabilecek ressamlarından biridir. Bir gün Dorian Gray ile karşılaşır bu kişi onu çok etkiler ve portresini yapmak ister. Lord Henry bu tabloyu çok beğenir ve mutlaka sergide yer alması gerektiğini düşünür fakat Basil tablonun Dorian’a olan sevgisini yansıttığını düşünür, bu sebeple sergilemez ve yapmış olduğu tabloyu Dorian’a hediye eder.
Yazar istisat insan varlığını unutmamıştır mesajını verirken bizlere James Mill’den tutun Adam Smith’e kadar birçok düşünürün fikirlerinden örnekler de vermiş. Üstelik bir de bunu dünyanın en gelişmiş ülkelerinde en çok depresyon ve intihar vakalarının görülmesi hatta insanların diğer ülkelere göre kendini daha yalnız hissediyor olması ile de tastiklemiş.