İslamiyet Öncesi Türklerde Ölüm ve Ölü Gömme

İslamiyet Öncesi Türklerde Ölüm ve Ölü Gömme

 Sözlükte ‘’hayatın sona ermesi’’ olarak belirtilen ölüm, aynı zamanda ‘’ruhun bedenden ayrılması ile kişinin maddi hayat kaynağını yitirmesi’’ olarak tanımlanırken; insanlık tarihi boyunca, her toplum tarafından en çok düşünülen ve üzerinde durulan en önemli konulardan biri olmuştur. 

Günümüzdeki çağdaş ve modern toplumlar dışında; eski, göçebe, yerleşik hayata geçmiş topluluklarda ölümü çözmeye çabalamış ve kavradıkları yönde çeşitli anlam ve yorumlar yüklemişlerdir. Ölüm aynı zamanda toplumun genelinin gelenek, görenek, örf, âdet, destan, hikâye, masal ve inançlarını da etkilemiştir. Bunun sonucunda pek çok inanış ve farklı yöntemler ortaya çıkmıştır. 

İlk çağlardan günümüze değin insanoğlu ölümün tamamen yok oluş anlamına gelmediğine tam tersi ölen kişinin yaşamlarını iyi ya da kötü yönde etkileyebileceğine inanmışlardır. Ölen kişinin geri gelebileceği, insanlara zarar verebileceği korkusu, hem de anılmaya, yiyeceğe, içeceğe, giyeceğe ve daha farklı şeylere ihtiyaç duyabileceği düşüncesi ‘’ölü kültü’’ nün oluşmasına sebep vermiştir. Ayrıca ölen kişiye duyulan; korku ve sevgi ölülerin gömülme biçimlerini de etkilemiştir.

Ölüm, Türk kültüründe de geniş bir yere sahiptir. Gerek İslamiyet öncesi gerekse İslamiyet sonrası önemini korumuştur ve yok oluş olarak görülmemiştir. Ölümün gerçekliğine dayanarak değişik din ve kültürler ve inançlar geliştirmişlerdir. Aynı zamanda ölümün belirtilerini saptama, ondan korunabilme ve uzaklaştırma yolları bulmaya çalışırken çeşitli gelenekler edinmişlerdir. Ancak bunların temelini Kök Tengri inancı şekillendirmiştir.

 Eski Türkçe ’de ‘tin’ kelimesi ‘ruh, can’ anlamına geliyordu. Aynı zamanda bu kelime ‘nefes’ anlamına da gelmektedir. Eski Türkler ölümü; nefesin kesilmesi ve ruhun bedenden ayrılarak uçması olarak düşünmüşler, bu sebeple öldü kelimesinin yerine ‘uçtu’yu kullanmışlardır. Mezar taşlarının bir kısmında kuş tasvirlerinin olmasının nedeni de bu olabilir. Uçmak aynı zamanda cennet kavramı içinde kullanılmış ve Türkler tarafından Anadolu’ya da aktarılmıştır. Anadolu’da günümüzde ölümün uçmak olarak dile getirildiği, bir insanın ölümünü ‘uçup gitmek’, ‘kuş gibi uçtu’ cümleleri ile hala dile getirildiği kaynaklarca belirtilmektedir.

Türkler, ölümün hastalıkla gerçekleşeceğine inanmışlar, fakat bununla birlikte ölüme direnme ve yaşama isteği ile hayata bağlanmışlardır. Yaşamdan daha çok öbür dünyaya değer verip sıkça ölümden söz eden Türkler, farklı dönemlerde de yaşama bağlılığı vurgulamışlardır. Bu düşünce kapsamında, hastalık zamanında hastalanan kişiye karantinaya benzer bir yöntem uygulamışlar ve hastayı çadırda tedavi etmişler ve görevli dışında kimseyi içeri almamışlardır.

Kök Tengri dininde aynı İslamiyet’te olduğu gibi her şeyin yaratıcısı olarak tek bir Tanrıya inanılıyordu. Türkler bu dine göre, ölümle birlikte esas hayatın başladığına, bu dünyada yapılan iyiliklerin ve kahramanlıkların diğer dünyada ödüllendirileceğine inanıyorlardı. Aynı zamanda bu dine göre; ölmüş olan atalara saygı göstermek çok önemliydi. Yılın belirli bir döneminde ölmüş olan Ataları için “Kutlu Atalar Mezarlığı”ında kurban kesiliyordu. Türk toplumunda bu yer ayrı bir öneme sahipti çünkü Kök Tengri dininde insanların ruhu öldükten sonra da yaşamaktaydı. Bu inançları defin şekillerine de yansımıştır.

Türklerde ölü gömme, defin merasimine ilişkin bilgilere Hun Devleti zamanına ait bilgiler içeren Çince kaynaklardan elde edilmiştir. Bu kaynaklarda yazılana göre ölü gömülürken iç ve dış tabutlar kullanılmaktaydı. Tabutların içine; altın, gümüş ve bazı giysiler konuluyordu. Mezarların üstüne toprak yığıp tümsek yapılmıyordu, ağaç dikilmiyor ve cenaze kıyafetleri giyilmiyordu. Hükümdar ölümünde ise yakın, sevdiği hizmetkârları da onunla ölüme gidiyordu. Bu hizmetkârların sayısı onlarca kişiden yüzlerce hizmetkâra kadar ulaşabilmekteydi.

Mezarlar çeşitlerine göre; sin, kabir, kümbet, türbe, kurgan gibi isimlendirilmiştir. Taşları ise; başucu, ayakucu ve yan taşlar olarak sınıflandırılır. Üzerlerinde ise; tarih, dini ve folklorik, mesleki semboller, sanatsal şekiller ile ölen kişinin kimliği, doğum ve ölüm tarihleri işlenebilir. Mezar taşlarının ifade ettiği sembolik ve mistik anlamlar tarih boyunca bu taşlara kutsallık vermiştir. Bu sebeple taşların üzerine inanış ve düşünceler taşlara işlenmiş ve yüklenen kutsal anlam, mezarlara olan saygıyı arttırmış ve temelini oluşturmuştur.
Kırgız Alatau Dağı’nda ortaya çıkarılan Sakalara ait büyük bir mezar içinde höyük, mezar çitleri ve insan biçiminde mezar taşları keşfedilmiştir. Bu insan şeklindeki taşlar 6. yüzyılın ikinci yarısı ile 8. Yüzyıl tarihlerine arasındadır. Kazakistan’da keşfedilen mezar taşlarında da erkek taşların; ayakta, oturur ve göçebe giysilerle yapıldığı bazılarının saçlarının örgülü, küpeli halde resmedildiği görülmüştür. Ayrıca yine Çin kaynaklarından aldığımız bilgilere göre, Hunların ihtişamlı defin törenleri yaptığını ve ölüye saygı duyulduğunu görüyoruz. Arkeolojik kazılarda cesedin kişisel eşyalar ile defnedildiği tespit edilmiştir. Ayrıca ölülerini işlemeli kumaşlara sarıp iki katlı tabutlara defnettiklerini, Pazarık, Berel, Şibe kurganlarında görülmüştür.

                                        
Yine Çin kaynaklarından ulaşılan bilgilere göre; sonbahar veya kış mevsiminde gerçekleşen bir ölüm için yaprakların ve çiçeklerin çıkmasını, ilkbaharda veya yaz mevsiminde gerçekleşen bir ölüm içinse yaprakların dökülmesinin beklenmesi gerektiği yazılmıştır. Cesedi bu zaman süresince çadır ya da barakada bekletiyorlardı. Bu bekletilme süresinin kurganın yapılma süresinden ötürü olduğu düşünülmektedir.

Hunlardan sonra büyük bir Türk devleti olan Göktürklerde kurgan mezarlar kullanmışlardır. Aynı zamanda anıt mezarlarda yapmışlardır. Bu vesile ile devlete hizmet eden kişilerin anısını yaşatarak onlara karşı borçlarını ödemek istemişlerdir. En önemli anıt mezarları ise; Bilge Kağan ve Kültigin anıtlarıdır. 
Birisi öldüğünde Göktürkler Yuğ törenleri düzenler ve bu törenlerde; ölü otağı içerisine yatırılır, etrafında yedi kez tur atılır, ölen kişinin akrabaları koyun, koç ve atları öldürüp kurban olarak otağ önüne getirir ve ölen kişinin de atı ve özel eşyaları yakılır, külleri mezarına koyulurdu. Ölen kişi ardından Türkler yas tutardı. Bağırarak ağlanır, saçlar yolunur, tırnaklar ile yüz parçalanır, ölünün yakını kadınlar saçlarını keser ve kıyafetler ters giyilirdi. Ölen kahraman kişi için hayatı boyunca ona eşlik eden hayvanları, hizmetkârları ve eşi kurban verilirdi. Bunun sebebi diğer dünyada onlara ihtiyaç duyacağı inancından gelmektedir.

Göktürklerin mezar geleneğinin bir vazgeçilmezi de ‘Balbal’ adını verdikleri, elinde kadeh olan taş heykellerin, atalarının ruhunu temsilen yapıldığı ileri sürülmektedir.

                                        
Balbal ve ölülerin yüzlerinin doğuya yönüne dönük olması, duaların güneşin doğduğu yöne dönülerek yapılmasından ötürü olduğu düşünülmektedir. 
Pazırık kazılarında Türklerin ölülerini yaktığı anlaşılmış ve kanıtlanmıştır. Bu ritüelin Budist etkisinden kaynaklandığı düşünülmektedir.

Türk boylarından bazılarının içinde ölü olan tabutları ağaca astıklarını sonucu bazı araştırmalarca bulunmuştur. Bu yöntemin etin kemiklerden daha çabuk ayrılmasına ve ölünün göğe yükselmesine yardımcı olmak için yapıldığı düşünülmüştür. Bütün bu araştırmalar sonucunda Türklerde; gömmek, tabutu ağaca asmak ve yakmak olarak üç çeşit gömme işlemi bulunmaktadır.

Defnetme sırasında uygulanan ritüellerden birisi de aş törenleridir. Bu törenlere yoğ aşı denilmekteydi. Günümüzde de bu gelenek devamını sürdürmektedir. İslamiyet’in kabul edilmesiyle birlikte defin ve mezar yapma geleneği korunmuş Anadolu’da ilk önce kümbet daha sonra türbe şeklini almıştır. Bu gelenek diğer Türk devletlerince de sürdürülmüştür.