
SAP OLMA MESELESİ
Aynanın karşısına geçmiş, beyaz gömleğinin düğmelerini ilikliyordu. Yakalarına da siyah bir papyon iliştirdikten sonra kirpi gibi dikilen saçlarını eliyle düzeltmeye çalıştı ama nafileydi. Bu saçlara ne saç spreyleri ne de limon fayda ederdi. Ceketini de kollarına geçirdiği sırada odasının kapısı çalındı ama cevap vermesine fırsat verilmeden kapı ardına kadar açıldı. Annesi, teyzesi ve üst kattaki Neriman Abla namahrem demeden odasına dalmıştı.
‘’Ay! Ne kadar da yakışıklı olmuş benim oğlum’’ dedi annesi ve ağzında birkaç dua mırıldandıktan sonra yediği kısırın bütün soğanını yüzüne tükürdü. Zira bu soğan kokusunun başka bir açıklaması olamazdı.
İğrendiğini belli etmeden yüzünü silmeye çalışsa da Neriman Ablası ondan önce davranarak bu görevi üstlendi. ‘’Analar neler doğuruyor harbiden.’’ Yüzüne renk gelsin diye yanaklarını sıkıyor, tokatlıyor. Sonra hoyratça alnını siliyordu.
‘’He ben doğurdum ya bunu kız Neriman.’’
‘’Ben de öyle diyorum zaten Hayriye. Baksana şu güzelim sıfata. Mimarı sensin.’’
‘’Enişteme ayıp oluyor yalnız.’’
‘’Aman yemişim enişteni. Dokuz ay bu sıpayı ben karnımda taşıdım. Enişten mi taşıdı sanki?’’
‘’He valla’’ dedi Neriman Abla. ‘’Koca seçmeyip evlenseydin, çocuk sahibi olsaydın, bizi anlardın Kadriye.’’
Genç adamın teyzesinin yüzü gerildi. ‘’Sen bana evde kalmış mı diyorsun Neriman Abla?’’
Kadın sanki çok günah bir şey söylemiş gibi şaşkınlıkla ağzını kapattı. ‘’Tövbe. Haşa. Kız benim ağzımdan öyle bir şey mi çıktı Hayriye? Sen söyle.’’
Üç kadının arasında kalan genç adam aradan sıvışmak için kollarını siper etti. ‘’Hanımlar sohbetinize doyum olmaz ama artık gitmem gerek. Yoksa düğüne geç kalacağım.’’
Arkadaki karmaşayı geride bırakarak kapıdan çıktı ve ayakkabılarını giydiği sırada annesinin yanına geldiğini fark etti. Teyzesi ve Neriman Abla ise hala atışıyordu.
‘’Düğündeki herkese çok selam söyle’’ dedi annesi. Sonra ‘’Babanın şehir dışına olduğu için gelemediğini de mutlaka belirt’’ diye de tembihledi. ‘’Seni en son gördüklerinde daha bıyıkların bile çıkmamıştı. Kesin seni tanıyamayacaklar.’’
‘’Anne gerçekten gitmem gerek artık.’’
Annesi çok konuştuğunun farkındaydı. Mahcup bir ifadeyle parmaklarını dudaklarına götürdü ve merdivenlerden inmeden önce oğluna el sallamayı ihmal etmedi. Bir de ‘’Kızlarına koca arayan bir kesim var düğünlerde. İşte onlara dikkat et’’ diye bağırmayı da…
Hemen sonra Neriman Abla’nın sesini duydu. ‘’Seni bizim kıza alacağım. Uzak dur onlardan.’’
‘’Benim yeğenim senin kızını ne yapsın?’’
‘’Benim kızımın nesi varmış. Senin gibi otuz beş yaşında mı?’’
‘’Abla bu bana yaşlı demeye mi çalışıyor?’’
‘’Tövbe. Haşa. Kız benim ağzımdan öyle bir şey mi çıktı Hayriye?’’
Daha fazlasını duyamadan kapı kapandı ve genç adam arabasına binerek düğün salonunun yolunu tuttu.
Yaklaşık bir saat sonra navigasyon yardımıyla aradığı düğün salonunu bulmuştu. Dış sıvası oldukça ihtişamlı gözüken otel binasının içine biraz daha canlılık katmak için en üst katını düğün salonu yapmışlardı. Genç adam kapının önündeki görevliye adını ve soyadını söyledikten sonra içeriye girdi. Oldukça ışıklı olan bu ortam gözlerini kamaştırırken herkesten uzak ücra bir köşeyi seçti ve oturdu. Yuvarlak masaların üzerine ipekten yapılma masa örtüleri serilmiş ve gümüş rengi çatal, bıçak ve tabaklar simetri olacak şekilde masalara dizilmişti. Gelinle damat henüz salona giriş yapmamıştı ama davetliler şimdiden halay çekmeye, çocuklar ise oradan oraya koşmaya başlamıştı.
Tanıdık bir yüz aramak için bakışlarını davetliler üzerinde gezdirdiği sırada yanına tanımadık bir yüz yaklaştı. Elli atmış yaşlarındaki yüzü aşırı makyajlı bu kadın yanındaki sandalyeyi yavaşça çektikten sonra oturdu ve tuhaf bir şekilde onu süzmeye başladı. Bakışları son kez gözlerine ulaştığında gülümsemedi ve müziğin gürültüsünden sesinin duyulmayacağını düşünerek bağırmaya başladı.
‘’Kimlerdensin?’’
Genç adam neye uğradığını şaşırmıştı. Nazikçe ‘’Anlamadım’’ dedi.
Yaşlı kadın sandalyesini biraz daha ona yaklaştırdı ve tekrar ‘’Kimlerdensin?’’ diye sordu. Ama bu sefer bağırmamıştı.
‘’Babamın adı Haluk. Anneminse Hayriye.’’
‘’Hangi Hayriye?’’
‘’Ne hangisi?’’
‘’Soyadınız ne diyorum çocuğum. Sen biraz alıksın galiba.’’
Genç adam biraz alınmıştı. ‘’Savran’’ dedi. ‘’Hayriye Savran.’’
Soyadını duyan yaşlı kadının gözleri parlamaya başladı. Yüzünü biraz daha genç adama yaklaştırdığında, genç adam yaşlı kadının göz kapaklarına bulaşan rimeli görebiliyordu.
‘’Kaç yaşındasın?’’
Genç adam biraz uzaklaşarak ‘’Yirmi beş’’ dedi.
‘’Evli misin?’’
‘’Hayır, değilim.’’
‘’Sevgilin var mı?’’
İyice rahatsız olan genç adam gözlerini kısarak kısa bir süre düşündü. ‘’Eğer var dersem beni rahat bırakır. O yüzden var demeliyim. Ah! Ama var dersem bahtımı kapatmış olur muyum acaba? Ya teyzem gibi evde kalırsam? O zaman yok demeliyim. Evet evet yok demeliyim. Hemen kızına alacak değil ya!’’ Genç adam boğazını temizledikten sonra kendinden emin bir şekilde ‘’Yok’’ dedi.
Yaşlı kadının bir kez daha gözleri parladı. Genç adamdan uzaklaşarak sandalyesine yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirerek ‘’Ne iş yapıyorsun?’’ diye sordu.
Genç adamın sevmediği bir soruydu. ‘’Tarih öğretmeniyim’’ dedi.
Yaşlı kadın birden alkış tutmaya başladığında genç adam irkilmişti. ‘’Çok güzel. Demek öğretmensin. Hangi okulda görev yapıyorsun?’’
‘’Henüz atanamadım’’ dedi genç adam durgunlaşarak. ‘’Sınava hazırlanıyorum.’’
Yaşlı kadın aldığı cevaptan hoşlanmadı. ‘’Demek daha atanamadın’’ dedi dudaklarını büzerek. Gözleri de genç adama acır gibi bakıyordu. ‘’Allah zihin açıklığı versin oğlum. Atanmakta çok zor. Bizim köydeki Ayşe’nin kızı da tarih öğretmeniydi. Bilir misin Ayşe Teyzeni?’’
‘’Yok. Bilmem.’’
‘’Köyün girişinde oturanı diyorum.’’
‘’Yok gerçekten tanımıyorum.’’
‘’Her neyse. İşte onun kızı da hala atanamadı. Anlayacağın zor iş. Allah işini de kısmetini de rast getirsin.’’
Yaşlı kadın ayağa kalktı ve babacan bir edayla genç adamın sırtını sıvazladı. Sonra da aşırı kilosundan ötürü sendeleye sendeleye piste doğru gitti ve Erik Dalı oynamaya başladı.
Yaşlı kadının oynayışı yarıda kalmıştı çünkü piste ilerledikten çok kısa bir süre sonra gelinle damat görkemli kapıdan, konfeti ve yapay kar eşliğinde içeri girdi. Çift, düğünlerin rutini ilk danslarını yaparken genç adam bunun kesinlikle ilk dans olmadığını düşünüyordu.
Gelinle damat ilk dansın ardından masasına geçti ve davetlilerin tebriklerini kabul ettiler. O sırada masalara ikramlar dağıtılıyordu. Genç adam için gecenin en güzel anı yaklaştığından heyecanlanmaya başladı. Pirinç pilavının üstüne koyulan et sote, közlenmiş biber ve patlıcanın yanında üç tane yaprak sarması gümüş rengi yemek tabağını dolduruyordu. Masanın üstündeki gazlı içeceklerden birini alıp bardağına boşalttı ve yemeye koyuldu.
Daha ikinci sarmasına çatalını takıyordu ki kır saçlı bir adamın ona doğru geldiğini gördü. Genç adam yanlış gördüğü düşünerek kendini avutmaya çalıştığı sırada tabağındaki üçüncü sarma kaşla göz arası yok olmuştu. Kır saçlı adamın ne ara masasına gelip sandalyesine oturduğunu hatta hangi zaman diliminde o sarmayı ağzına götürdüğünü anlamamıştı genç adam.
Yanındaki adama ‘’Bu neydi şimdi’’ der gibi bakıyordu fakat adam bir yandan takma dişlerinin şakırtısında sarmayı yerken bir yandan küçümseyici gözlerle onu süzüyordu.
Sarmadan kalan son parçayı da ağzına attıktan sonra parmaklarını yaladı ve genç adama ‘’Hangi taraftansın?’’ diye sordu. ‘’Bana pek tanıdık gelmedin de.’’
‘’Kız tarafındanım’’ dedi genç adam kestirip atarcasına.
‘’Ee bende kız tarafındanım. Kimin nesisin sen?’’
Genç adam derin bir iç çekti. ‘’Haluk ve Hayriye Savran’ın oğluyum.’’
Kır saçlı adamın bir anda gözlerinin içi güldü. ‘’Anaa! Demek sen bizim Haluk’un oğlusun.’’ Sandalyesinden kalkarak önce sol yanağını öptü. ‘’Seni en son gördüğümde-‘’ sonra da sağ yanağını öperek ‘’Daha bıyıkların çıkmamıştı’’ dedi. ‘’Hangi ara bu kadar büyüdün? Kaç yaşındasın şimdi?’’
Genç adam çaktırmadan yanaklarını silmeye çalışarak ‘’Yirmi beş yaşındayım’’ dedi.
‘’Okuyor musun?’’
‘’Yok okumuyorum.’’
‘’Hangi işlen meşgulsün?’’
‘’Tarih öğretmeniyim.’’
‘’Bu Kardak Krizi hakkında ne düşünüyorsun? Aman neyse… Atandın mı peki?’’
‘’Yok henüz atanamadım. Geçen sene girdim olmadı. Bu sene bir daha deneyeceğim inşallah.’’
Kır saçlı adamın gözleri puslandı. Genç adama iyice yaklaştı ve gözlerini kısarak, kimsenin duymasını istemediği bir ses seviyesinde ‘’Sizin işinizde zor’’ dedi. ‘’Tarih öğretmenleri atanamıyormuş. Öyle diyorlar.’’
‘’Yani atanan var’’ dedi genç adam inanmaz bir tavırla.
‘’Bizim köydeki Ayşe Teyzeni tanır mısın?’’
‘’Yok tanımam.’’
‘’Köyün girişindeki ilk ev ya! Çeşmenin yanındaki…’’
Genç adamın sabrı tükenmişti. ‘’Amca valla tanımıyorum’’ dedi bıkkınlıkla.
‘’İyi iyi tamam. İşte onun kızı da-‘’
Kır saçlı adamın sözünü keserek ‘’Tarih öğretmeniymiş. Atanamamış’’ dedi sabırsızca.
‘’Ee. Hani tanımıyordun?’’
‘’Tanımıyorum zaten. Az önce bir tane yaşlı teyze geldi yanıma o söyledi.’’
‘’Kimmiş o göster bakalım. Belki tanırım.’’
Genç adam istemeyerek de olsa piste Çekirge oynayan yaşlı kadını gösterdi. Yaşlı kadını gören, kır saçlı adamın gözleri fal taşı gibi açılarak genç adama döndü. ‘’Bu bizim çatlak Latife ya!’’
Genç adam çok umurundaymış gibi ‘’Öyle mi?’’ diye sordu.
‘’Bu var ya evde kalan kızına koca aramak için hep düğünlere gelir. Seni de gözüne kestirmiş demek ki.’’ Genç adamın göğsünü vurarak ‘’Neyse ki ucuz atlatmışsın’’ dedi. ‘’Atanamadın diye seni elemiş belli ki.’’
Genç adamın sinirleri gerilmişti. ‘’Amca sen bu atanamama meselesine neden bu kadar taktın?’’ diye sordu. ‘’Atanamadıysam ben atanamadım el alem neden buna dert yanıyor?’’
Kır saçlı adam bu öfkeyi beklemiyordu. ‘’Atanamadıysan bana ne evladım?’’ dedi sesini yükselterek. ‘’Sanki sen atanınca benim cebim para görecek. Şimdiki nesilde de saygı denen bir şey kalmamış? Gelmiş bana çemkiriyor.’’
Bu sözlerden sonra genç adamın sinirleri daha da gerilmişti. O da sesini yükselterek ‘’Gelmiş ilkokul mezunu beni yargılıyor’’ dedi.
Kır saçlı adamın yüzü kireç gibi soldu. ‘’İlkokul mezunuyum diye beni hor mu görüyorsun yani?’’ diye sordu sitemle. ‘’Senin yaşındayken ben kaç tarlayı tek başıma ekip biçiyordum haberin var mı? Sen daha bir baltaya sap olamamışsın beni küçümsemek ne haddine.’’
Bu ortama daha fazla katlanmak istemiyordu genç adam. Kır saçlı adamın yüzüne tiksinerek baktıktan sonra ceketini alıp düğün salonunu terk etti.
Eve giderken uzun süre adamın söylediklerini düşündü.
Gerçekten daha bir baltaya sap olamamış mıydı?
Eğer bir baltaya sap olsaydı yaşlı kadın ondan vazgeçmez miydi?
Ve neden insanoğlu için bir baltaya sap olma meselesine bu kadar takmıştı?
Oysa sap olmadan baltanın bir hiç olduğunun farkında değiller miydi?