
Bir Şark Destanı
Aşk, insanlığın en eski duygularından biri. Nice tarihî olayın, efsanenin ve destanın odak noktası oldu. Günümüzde bilim insanları her ne kadar aşkın bilimsel yanını bize kimyasal yollarla açıklıyor olsa da toplumumuzun büyük bir çoğunluğu bu duygumuzda ilahi bir kudretin veya sihirli bir dokunuşun varlığına inanır. Hatta bu yüzdendir ki milletlerin ortaya çıkışı ve savaşların yanı sıra aşk üstüne en çok eser ortaya konan konular arasında yer alır. Bu eserleri; hikayeler, masallar, romanlar hatta en çok da destanlar oluşturur. Günümüze ulaşmış, konusu aşk olan onlarca belki de yüzlerce destan vardır. İşte bu yazımda bu destanlardan bence en kuytu köşede kalmış ama bilinmesi gerekenlerden birini anlatacağım.
Şark’ın bağrından kopmuş ve günümüze kadar varlığını sürdürmüş eserlerden bence en yüreğe dokunur olanı: “Mem û Zîn”. Destan 1450-1451 yıllarında bugün ki Cizre kentinde meydana gelen gerçek bir hikayeden esinlenerek 1690-1695 yılları arasında Ehmede Xanî tarafından 5+5 hece ölçüsüyle Kurmanca lehçesinde “Mem û Zîn” mesnevisi içerisinde 2665 beyitten oluşan manzum bir eser olarak kaleme alınmıştır. Mem ve Zin’in aşkının yanında dönemin toplumsal siyasi ve idarî meselelerini de çeşitli şekillerde ele alan eser, destan olmanın dışında tasavvufi ve felsefik bir dil de içermektedir. Mesnevi Kürtçedeki ilk aşk mesnevisi kabul edilir. Ayrıca birçok kez Türkçe olmakla beraber İngilizce Fransızca Arapça Farsça ve hatta Rusça gibi pek çok dile de çevirisi yapılmıştır.
Ehmede Xanî eserinde iyiliği, doğruluğu, saflığı, zayıflığı ve çaresizliği ana karakterlerimiz Cizre beyi Mir Zeynuddin’in kız kardeşi Zin ile divan katibinin oğlu Memo’da toplamışken kötülüğü, dalkavukluğu, fitneciliği ve ikiyüzlülüğü ise beyin kapıcısı Bedo’da somutlaştırmıştır. Bu üç karakterin dışında yine Mir’in kız kardeşi Sitî ve Mir’in divan vezirinin oğlu Tacdin yer almaktadır. Memo Tacdin’in manevî kardeşi ve ahiretliğidir. Zîn ve Sitî ise beyin gözbebekleri, biricikleridir. Zîn beyaz tenli nur yüzlü, Sitî ise esmer selvi boylu bir kızdır.
Rivayete göre baharın müjdecisi olan Mart ayında bey yine Newroz etkinliklerine izin vermiş ve bütün Cizre halkı çoluk-çocuk genç yaşlı demeden coşkulu kutlamalar için şenlik alanındaki kırlara gitmişler. Kutlama günlerinden birinde bölgenin geleneklerinden ötürü kızlar gibi süslenip püslenip şenliğe katılan Mem ve Tacdin yine onlar gibi kılık değiştirmiş erkek kıyafetli iki kişi görürler. Gördükleri kişiler ise kendileri gibi şenlik alanına gelen Sitî ve Zin’den başkası değildir. Varlıklarını fark eden beyler oracıkta düşüp bayılırlar. Bu sırada onları gören hanımlar durumu anlayarak yanlarına gider ve gençleri iyice süzdükten sonra çaktırmadan parmaklarındaki yüzükleri avuçlarına tutuşturarak oradan uzaklaşırlar. Uyandıklarında kendilerini çok yorgun ve bitkinin hisseden gençler daha yaşananları tam olarak kavrayamadan birbirlerinin elindeki yüzükleri fark ederler. Tacdin’in elindeki yüzükte Sitî yazıyorken Mem’in yüzüğünde ise Zîn yazmaktadır. Bu olay o dönemlerde gençlerin birbirini beğendiklerini göstermenin yollarından biridir. Durumun farkına ancak varabilen gençlerin yanına kısa zamanda doktor kılığında bir kadın uğrar. O kadın hanımların dadısı olan Heyzebun’dur. Dadı gençlerden yüzükleri geri ister. Tacdin yüzüğü çıkarır verir ama Mem “Ben bununla yaşıyorum.”diyerek yüzüğü geri vermez.
Sonraları olayı öğrenen Cizre halkı önde gelenleri ile beraber Mir’in yanına giderler ve Sitî’yi Tacdin’e isterler. Beyin kapıcısı İranlı Bedo her ne kadar ortalığı karıştırmaya çalışsa da Mir kızı verir. Ardından 7 gün 7 gece düğün yapılır. İki düğün peş peşe yapılmaz diyen Mir’in aklında bir köşede kız kardeşi Zîn’i de Mem’e verme düşüncesi vardır. Ama Tacdin’in Mir’i sürekli uyarmasına ve bu adamdan kapıcı olmaz demesine karşın Mir’in “Değirmenimiz onunla dönüyor. Köpekler de kapıcıdır.” diyerek savunduğu Bedo, Mem ve Zin kavuşmasın diye pek çok takla atmaktadır. Bunların sonuncusunda beyine “Tacdin kendince Zîn’i Mem’ e vermiş.” demiş ve amacına ulaşmıştır. Bu sözün üzerin Mir, Zîn’i Mem’e vermeyeceğine dair yemin eder.
Bir zaman sonra beyin ava çıktığı vakit Zîn’i görmek isteyen Mem bahçeye girer. Mem’i gören Zin aniden bayılır ve oracıkta yere yığılır. Onu bir türlü göremeyen Mem bahçeyi süzerek şöyle der:
‘Ey gul! Eger tu nazenini, / ‘Ey gül! Gerçi sen de Nazeninsin,
Kenge tu ji rengê ruyê Zin’i / Sen nerde, Zin’in yüzünün rengi nerde?
Ey sinbil! Eger heyî tu xweş bû,/ Ey sünbül! Gerçi senin güzel kokun var,
Reyhan ji te buyine siyehrû, / Reyhan senin için kara yüzlü olmuş.
Hun ne ji mîsalê zilfe yarin / Fakat siz yarimin zülfine benzemezsiniz.
Hun her du fizül û he zekarın / İkiniz de arsız ve herzecisiniz.
Ey bilbil! Eger tu ehlê hali / Ey bülbül! Gerçi sen de aşk adamısın,
Perwanyê şem’ê werdê ali, / Kırmızı gül mumunun pervanesisin.
Zin’a me ji sorgula te geştir / Benim Zin’im senin kırımızı gülünden daha şendir.
Bextê me ji taliê te reştir’ / Benim bahtım da senin talihinden daha karadır.
Bu sözlerinden sonra Zîn’i gören Mem’ de orada bayılıverir. Ardından bey avdan dönmüştür ve Mem’i abaya sarılmış bi’ şekilde bahçede görünce şaşırır, bunun üzerine hasta olduğunu gezmeye çıktığı vakit kendini burada bulduğunu söyler. Fakat o sırada abanın altında Zin’in saçlarını gören Tacdin olayı kurtarabilmek için kaçar ve gizlice kendi evini yakar. Bu şekilde Tacdin de Mem’e karşı olan aşk borcunu ödemiş olur.
Yine vakitlerden bir vakit kurnaz kapıcı Bedo yaptığı ali cengiz oyunları ile Mir ve Mem’i aynı masada satranca oturtur. İlk üç oyunu önde kapatan Mem çok iyi devam etmektedir. Fakat bu durum Bedo’nun hiç de işine gelmemekte. Hemen bunun üzerine yerlerini değiştiren Bedo, Mem’i Zîn’e bakan tarafa çevirir. Zîn’e olan aşkından ve onun güzelliğinden hülyalara dalan Mem oyuna odaklanamaz ve kaybeder. Bu kayıp üzerine sırrını açıklamak zorunda kalan Mem, Mir tarafından zindana atılır. Bir seneden fazla süre zindanda kalan Mem artık Zîn’in hasretine dayanamaz ve ölür. Cenazesinin kaldırıldığı sırada Bedo’yu gören Tacdin öfkesine yenik düşer ve Bedo’yu orada öldürür. Bunun üzerine Zin şöyle düşünür:
‘Ey şah û weziré izz-û temkin! / ‘Ey izz ve temkinli şah ve Vezir!
Ez hêvî dikim ne kin inade / Rica ediyorum inat etmeyiniz,
Der heqqê vi menbeê fesade / Bu fesat kaynağı hakkında.
Lewra ku xwedanê ins u canan / Çünkü insanlar ve Cinlerin Allah'ın,
Wi xaliqe erd û asimanan, / Yer ve göklerin yaratıcısı,
Roja ewi hubbe da hebiban / Sevgiyi, sevgilileri verdiği gün,
Hingê ewî buxze da raqiban / O zaman buğzu da rakiplere Verdi.
.../...
Em sorgulin, ew jibo me xare / Biz kırmızı gülüz, o bizim için dikendir
Em gencin ú ew jibo me mare / Biz hazineyiz o bizim için yılandır.
Gul hifz-ı di bin bi nükê xaran / Güller dikenlerin gagasıyla korunur,
Gencine xwedan di bin bi maran / Hazinelerde yılanlarla beslenir.
.../...
Ger ew ne bûya di nêv me hail / Eğer o olmasaydı aramızda engel,
Işqa me di bu betal û zail / Aşkımız da bozulur ve zail olurdu.
“Nasıl ki bir gülü diken, hazineyi de yılan koruyorsa, bizim de bekçimiz (köpeğimiz) Bedo’dur.” der.
Ardından hüzünlü ve kederli bir şekilde Mem’in mezarın giden Zîn mezar taşına dayanmış bir şekilde gözyaşlarına boğulurken bu seferde şu sözleri sarf eder:
“Ey vücudumun ve canımın mülkümün sahibi, Ben bahçeyim, sen de bahçıvan
Senin bahçen sahipsizdir Sen olamazsan onlar neye yarar
Kaşlar, gözler, zülüfler neyedir.
Zülfümü tel tel çekeyim Sonra yarim sen beni belki değişik görürsün
En iyisi hepsi yerinde kalsın
Hakk’a emanetimi teslim edeyim.”
Bu sırada üzüntüsünden kahrolan Zîn mezarın başında can verir. Kardeşinin ölümüne çok üzülen Mir artık bir faydası olmayacağını bilse bile son bir iyilik için Mem’in mezarını açtırır ve Zîn’i oraya defneder. Defin sırasında mezara sarkar ve Mem’e şöyle seslenir:
Memo! Al sana yar!
İşte “Mem û Zîn”in hikayesi de böyledir. Xanî bu hüzünlü aşk hikayesini Kürt halkının yaygın sözlü anlatısı olan “Memê Alan Destanı”ndan esinlenerek yazmıştır. MÖ’den bu yana halk arasında uzun kış gecelerinde dengbejler tarafından anlatılan bu hikaye kendisini günümüze kadar korumayı başarmış, Arapça ve Farsça’nın tesiri altında kalmasına rağmen Kürt dilinin ve zengin kültürel yapısının etkilerini bize ispatlayan en güzel eserlerden biridir.
Mem û Zîn işlediği konu bakımından bulunduğu coğrafyada ortaya çıkan pek çok aşk destanı gibi beşerî aşktan ilahî aşka yükselişi ele alır. Bu konuyu işlerken özellikle destek aldığı pek çok unsur vardır. Bunlardan en önemlisi Newroz olmakla birlikte; Cudi ve Tur Dağı, bülbül ve gül gibi canlılar yer almaktadır ayrıca Dicle Nehri de bu hikayede yer verilen mekânlardan birisidir.
MEM BI DİCLERA DI BEYIVE / MEM'IN DICLE'YE SESLENİŞİ
‘Ey Şibhete eşkê min rewane! / ‘Ey benim gözyaşlarım gibi dökülen nehir!
Be Sebr û Sıküni aşiqane / Ey âşıklar gibi sabırsız ve sükûnetsiz nehir!
Be Sebr û Qerar û bè Sikuni / Sabırsız, karasız ve sükûnetsizsin,
Yan Şibhete min tu ji cinûni? / Yoksa benim gibi sen de deli misin?
Qet nine jibo tera qerarek / Senin için hiçbir karar kılmak yok,
Xalıb di dile tedaye yarek / Galiba senin gönlünde de bir yar var!
Dicle’nin de kendisi gibi sabırsız ve coşkulu bir aşık olduğunu düşünen Mem, Zîn için döktüğü gözyaşlarını da Dicle’nin suyuna benzetiyor oluşu tıpkı Zîn’in içinde bulunduğu çaresizliği muma anlatması gibi yoğun bağdaştırmalar içeriyor. Bu bağdaştırmalar arasında ateş de yer almakta. Derdini muma anlatması kurtulmak için Tacdin’in evi ateşe vermesi gibi olaylar Zerdüştlük inancına dayanmaktadır.
ZÎN BI FINDERA DI BEYİVE / ZÎN MUMA SESLENİYOR
‘Ey henser û hemnişin û hemraz / ‘Ey sır ve oturma arkadaş, baş arkadaşım!
Herçendi bi sohtinë weki min / Gerçi yanmak yönünden benim gibisin sen,
Emma ne bi gotine wekî min / Fakat konuşmak yönünden benim gibi değilsin.
Ger şübhetê min te ji bi gota/ Eğer sen de benim gibi söyleseydin
Dê min bi xwe dil qewî ne sohta / Benim de gönlüm fazla yanmazdı.
Sonuç olarak Zerdüştlük inancı içerisindeki düalizmden etkilen Xanî bu eserinde ikili sistemi esas almış ve “Kötünün bilinmediği yerde iyiyi tarif edemezsin. Her şey zıddı ile izah edilir” kavramını bizlere en berrak şekilde, iyiliği ve aydınlığı Mem ve Zin’de; kötülüğü ve karanlığı Bedo'da anlatmasıyla göstermiştir.
Sevgili “ARTPENDİUM” okuyucuları bendeniz Murathan Çalışkan. Topluluktaki ikinci ve sanırım en uzun yazım olacak olan ”Bir Şark Destanı” ile karşınızdayım. Biliyorum çok uzun bir yazı oldu ama umuyorum ki sıkılmadan okursunuz. Görüş ve düşüncelerinizi lütfen benimle paylaşmayı unutmayın. Tekrardan en mutlu en huzurlu ve en sağlıklı şekilde buluşmak dileğiyle. Şimdilik hoşça kalın.