
Bir Ömür Hüzün
Gri, ıslak kubbe gittikçe buhardan hamamın içine doğru genişliyor gibiydi. Duvarlardaki ıslak damlalar bir şeyler anlatmak istercesine şekiller oluşturuyordu. Kafanızı sağa çevirseniz yıkanan baygın ve mayhoş kadınları fark etmeden geçemezdiniz. Bir tanesi kızının bitlerini ayıklıyor, berikisi diğerinin saçlarına su döküyordu. Asude elindeki buğulu üzümü ince beyaz parmak uçları ile bir şahinin kuzu yavrusunu yakaladığı gibi hızla yakalıyor, küçük pembe ağzına götürürken ise saatin akrebi gibi aheste aheste davranıyordu. Geniş kubbenin altında bir gülme sedası, bir ağlama sedası, ara ara da birkaç hıçkırık sesi yankılanıyordu.
Asude mıhlandığı yerden kaba etlerini zorlukla kaldırarak ağlayıp hıçkırarak kubbeyi inleten bu kadının yanına gitti. Kadın Asude’nin daha sonra öğreneceği üzere 32-33 yaşlarında var idi fakat saçlarına zamanın ak boyası erken düşmüş, tül tül olmuş, anlında birtakım yeniyetme çizgiler oluşmaya başlamıştı. Doğrusu hiç de genç göstermiyordu.Etrafında küçük çocuklu kadınlar toplanmış halka olmuşlar, kadın ile birşeyler konuşuyorlardı. Asude de aralarına girerek ne konuştuklarını dinlemeye başladı. Adettendir, kadınlar hep konuşarak, dertleşerek refaha ererler.
Kadın’ın bir eli şakağına dayanmış bir eli kurnanın ucunda, ağlayarak; “Sonumun böyle olacağını biliyordum. Neden göz yumdum sanki? Söyleyin kardeşler ben şimdi bunu hak etmedim mi? Vurun yüzüme! Tükürün bana! Hak ettim, hepsini hak ettim.” diyordu. Kadının biraz açılmasını, günlerdir yıkanmamış, yataktan sadece zaruri ihtiyaçlar dolayısı ile kalkmış kirli ve yağlı vücudunu yıkaması için getiren arkadaşı, aslında yaptığının hata olduğunun farkına varıyor. Eşrafından gördüğü ilgi büsbütün kadını daha çok hüzünlendiriyor, coşkun bir duygu seline kapılmasına neden oluyor. Bu sefer saçlarını yolmaya başlayan kadına engel olarak, sormaya çalıştılar:
-Kardeş derdin nedir? Anlat hele bir derman buluruz belki.
Kadın sanki ömrü boyunca bu anı beklemiş, bundan önceki tüm vakitlerde yalnızca bu an için var olmuş gibi birden anlatmaya başladı;
“Benim vakti zamanında bir kardeşim vardı. Biz küçük bir köy evinde 2 kardeş yaşardık. Babam, biz küçükken başka bir kadın uğruna bizi terk etmiş. Terk ediyorum demeye bile kalmadan, annem komşumuz Hafize Teyze’den iğne oyası örneği almaya gittiğinde, eşyalarını toparlamış, annem dönmeden de kaçıp gitmiş. Hala nerelerdedir, yaşıyor mudur? Bilmiyoruz. Çocukluğumuz annemin bizi eve kilitledikten sonra diğer kadınların evlerini tek tek gezerek tülbent oyası satmaya çalışması ile geçerdi. Annemizin evde olduğu günler en güzel günlerimizdi. Evimizin küçük avlusu kocaman bir araziye açılır bu arazinin seması sonsuzluk kadar uzanır. Çiçekler bir başka diyardan gelmiştir, bir başka görünür, bir başka kokar. Mor, gökyüzü mavisi, turuncu sümbüllere kurak ve kızgın yaz güneşi işleyince baştan sonra bu diyar çiçek kokardı. Ancak yaratıcıya mahsus bin fırça darbeli ince bir tablo. Bir de o tabloda koşuşturup oynayan kardeşimle ben. Erkek kardeşimle yokluk içinde fakat mutlu bir çocukluğumuz oldu. Bir zaman sonra annemizi kaybederek büyük bir acı yaşadık, ondan sonra hayatımız da zaten hayra gitmedi. Bize bir miras geldi annem tarafından, şehrin en güzel yerinde 3 daire bir de köyümüzde arsa. Meğer hiç çocuğu olmayan soğuk, mesafeli, katı teyzemiz her şeyini bize bırakmış. Fakat bu miras bizim sonumuzu getirdi.”
Hamam görevlisi tombul, yanakları al al bir kadın salona seslendi;
“Haydi bayanlar, kapanmasına yarım saat kaldı.”
Asude saç telleri arasından bir damla ter alnına süzülürken heyecanla sordu; “Ne oldu başınıza ne geldi sizin?”.
Hanımlarda yavaş yavaş bir devinim, bir hareketlenme sezilmeye başladığını gören kadın artık hikayesini daha hızlı anlatması gerektiğini hissediyor, arkadaşı ise belki sakinler, ruh halinin çalkantılı hali son bulur diye onun istediğini konuşmasına sözünü hiç bölmeden izin veriyordu.
“İşte” dedi. Kadınların ilgisini tekrar üzerine çekmişti.
“Bu mirastan sonra kardeşim, köyden sevdiği esmer; ufak tefek bir kızcağızı da alarak şehire gideceğini söyledi. Bizim köyde her eli ayağı tutan, birazcık toparlanan insanlar, tarlada güneşin alnında tırpan tutmaktansa, şehirlerde garsonluk yapmaya yahut çay ocağında çalışmaya razı gelirler. Kardeşim de bunlardan biri idi. Çok yalvardım, çok yakardım fakat dinletemedim. Teyzemin bir evine evlenip yerleşti. Daha sonra şehirde aklına birileri girmiş olacak ki, malları elinden çıkarmak için beni razı etmeye çalıştı. Artık eski kardeşim gibi konuşmuyor, eski kardeşim gibi bakmıyordu. Bense köydeki ocağı tüten, ara sıra iyi yemekler yiyebildiğim minik kerpiç evimde , kiraya verdiğimiz evlerden bir tanesinden gelen para ile ancak geçinebiliyordum. Bu durumun vehameti beni geleceğimin kara bulutlarının altında sürüneceğim tasavvurunu oluşturuyordu. Kıyasıya bir rekabete giriştik. O inat ettikçe ben de ediyordum. Böylece artık iki kardeşten çok, birbirini ancak mal davası için görmeye giden iki azılı düşmana döndük. Hatta o sıralar kardeşimin bir çocuğu olduydu, köylüden duydum, bir kız çocuğu imiş. Ne ben hayırlı olsun dedim, ne o haber vermeye geldi.”
“Aradan 3 yıl geçmişti ki, bir gece yarısı kapı acı acı çaldı. Gecenin ürkütücü sessizliğinde, soğuk ve gölgeli evimin içi kuş sesi ile doldu. Boş salonun gece lambasının loş ışığı titriyordu. Kapıyı tedirgin, bir elimde kalın odun parçası ile açtım. Bir de baktım ki, o esmer, ufacık kız; yani kardeşimin karısı karşımda. İlk başta hülyamdan esintiler görüyorum, hala sıcak pamuk yorganımın altında yatıyorum zan ettim. Ufak tefek kız gitmiş, yerine olgun çehreli, birazca tombul, kucağında çocuğu ile bir anne gelmişti. ‘Uğursuz bir rüya görüyorum’ dedim kendime. Oysa açık kapıdan içeri giren dondurucu kar fırtınası yüzüme bir gerçek gibi çarptı. Koyusaçlarının arasındaki kar taneciklerinin hakikati ve kucağındaki çocuğun ağlama sesi artık beni uyandırmıştı.”
Kadın burada duraksadı. Beyaz, sarkık yüzünün rengi koyu bir pembe bir hal almıştı. Yanı başındaki musluktan soğuk su çarptı yüzüne. Gözleri ağlamaklıydı.
“Meğer kardeşim, benden habersiz tarlayı satmak için, birtakım ne olduğu belirsiz adamlarla anlaşmış. Sana tarlayı satarız, yüksek mevkilerde tanıdıklarımız var, demişler. Nitekim başarmışlar da, benden habersiz tarla satılmış, fakat konu tarlanın hasılatını bölüşmeye gelince işler karışmış. İşte bu uğurda öldürülmüş benim kardeşim.”
“ Cesedi, tarlanın parasıyla aldığı arabasının içerisinde bulunmuş. Karısı da çocuğu bana bıraktı, olanları anlattı, ertesi gün kaçtı gitti. Olan benim anamın mirası, kardeşimeoldu. Para uğruna kardeşimi heba ettim. Şimdi para benim neyime?”
Ertesi gün Asude bunu arkadaşlarına bir bir anekdot ederken, şöyle diyecekti; “İşte kader diye bir şey varsa, ancak bu’dur.”Ardından ekleyecekti;
-Karşı koymaya çalışmak da beyhudedir.