Hindistan’daki Türk Varlığı

Hindistan’daki Türk Varlığı

  Hindistan, Umman Denizi ve Bengal Körfezi arasında bulunmaktadır. Kuzeyinde Himalaya Dağlarına, güneyinde de Hint Okyanusu’na sahiptir.  Baharat ve İpek yolları üzerinde bulunmasından dolayı tarih boyunca hep değerli ve stratejik bir bölge olmuştur. Yunanlılar, Makedonlar, Türkler, Moğollar, Afganlar ve Akhunlar gibi farklı din, dil ve ırka mensup toplumların etkisi ile kültürel çeşitlilik ortaya çıkmıştır. Hindistan toplumu bu çeşitlilikten dolayı, Hinduizm, İslamiyet, Budizm, Sihizm gibi farklı din ve inanışlara sahip olmuştur.

  Türkistan menşeili Kuşan toplumu Hindistan’a yaklaşık 300-350 yıl kadar etkin olmuştur. Kuşanlar, Yüe-Chih olarak kabul edilmesine rağmen, M.S. 1. Yüzyıl’da hüküm süren Kral Kanişka’nın Türk kökenli olduğuna dair önemli kaynaklar ve düşünceler vardır. Budist Kral Kanişka’nın hükmü, Hindistan Kuşan İmparatorluğunun en parlak dönemidir. Kuşanlar, Kral Kanişka’dan sonra zayıflamış ve Akhunlar tarafından yıkılıp tarih sahnesinden çekilmiştir.[1]

                                                                                                                   

GAZNELİ MAHMUD’UN HİNT SEFERLERİ[2]

   Gazneli Mahmud’un Hindistan’a düzenlediği 17 sefer, burada kurulacak Türk hâkimiyeti için bir temel teşkil eder. Gazneli Mahmud 1000 yılındaki I. Hint Seferinde, Lamgan bölgesinde Hintlilere ait bazı kaleleri fethetmiştir. 1001 yılındaki II. Hint Seferinde, Pencap’ı ele geçiren Caypal üzerine sefer düzenlemiş, büyük çapta ganimet ve Vayhand’ı fethedip “Gazi” unvanı almıştır. 1004’teki III. Hint Seferinde, Bhatiya’daki Beci Ray mağlup edilerek bölge ele geçirilmiştir. Bölgede mescid ve minberler yaptıran Gazneli Mahmud, İslâm’ı öğretmeleri için buraya âlimler göndermiştir. 1006 yılındaki IV. Hint Seferi, Multan Emiri Ebu’l-Fütûh Davud’un Sünnîlikten ayrılıp Karmatîlik mezhebine girmesinden dolayı yapıldı ve Batınîler ortadan kaldırıldı. 1008’deki V. Hint Seferi, Gazneli Mahmud’un Karahanlılarla ilgilenmesinden dolayı Multanlıların onun hâkimiyetini reddedip yeniden Hint dinine dönmeleri üzerine yapıldı. Şehir yeniden alınarak, çeşitli idari düzenlemeler gerçekleştirildi. Aynı yıl VI. Hint Seferi Pencap Racası Anandpal üzerine yapıldı. Bu sefer sonucu, Vayhand yakınlarında zafer kazanıldı ve Pencap yolu kesin olarak açılmıştır. VII. Hint Seferi, büyük bir ticaret merkezi olan Narayanpur’a 1009’da yapıldı. Gazneli Mahmud’un zaferi sonucu itaat ve yıllık vergi karşılığında barış sağlanmıştır. 1010 yılındaki VIII. Hint Seferi, yine Karmatîler üzerine yapılmış ve bölge tamamen temizlenmiştir. Bir sonraki IX. Hint Seferi, 1014 yılındadır ve Keşmir bölgesine kadar yapılmıştır. Hinduların bir kısmı İslamiyet’i kabul etmiştir. Gazneli Mahmud, bölgede camiler yaptırmış ve hocalar tayin etmiştir. 1014 yılının sonları, 1015 yılının başında gerçekleşen X. Hint Seferi, Hindularca kutsal sayılan bir putun bulunduğu Tanisar şehrine yapıldı. Bu bölge alındı ve put Gazne’ye getirildi. 1016 yılında Keşmir’de Lohkot kalesini almak üzere yapılan XI. Hint Seferi, kış mevsiminden dolayı sonuçsuz kaldı.

Gazneli Mahmud, 1018 yılında XII. Hint Seferine çıktı. Cumna ve Ganj Nehrini zapt edip, mabetleri ile meşhur Muttra’yı ele geçirdi. Daha sonra Knavc’a gelip yüzlerce puthane tahrip edildi. Bu arada Hindulardan on bin kadarı İslamiyet’i kabul etti. Meşhur Gazne Camii, buradan alınan ganimetlerle yapıldı. XIII. Hint Seferi, 1019 yılının aralık ayında yapıldı. Hintli racaların Knavc’ı geri alma çabası üzerine Gazneli Mahmud, 150.000 asker ve 640 fil ile bölgeyi yeniden zapt etti. 1021’deki XIV. Hint Seferi, Keşmir üzerine Lohkot kalesinin alınması için yapılacaktı. Fakat bu defa fetih mümkün olmamıştır. 1022’de XV. Hint Seferini düzenleyen Gazneli Mahmud, Kalincar kalesini kuşattı ve bazı yerler fethedildi. Gazneli Mahmud, Gazne’ye döndükten sonra meşhur olan XVI. Hint Seferine çıktı. Sumnat şehrinde Mabud Siva’ya ait önemli bir put vardı. Bu putun bulunduğu mabet de önemli ve zengin vakıflara sahipti. Aynı zamanda bu puta ait farklı bir inanç vardı. Hindu düşüncesine göre bu put, Hindistan’daki diğer putlardan üstündü ve Müslümanların ele geçirdiği putlara ceza vermişti. Gazneli Mahmud, bu bölgeyi alarak İslamiyet’in yayılmasını hızlandıracak ve zenginliğe ulaşacaktı. Gazneli Mahmud mütemadiyen 6 Ocak 1026 günü Sumnat’a girdi ve şehir, ikinci hücum ile alındı. Tüm putlar yıkıldı. Büyük put da dört parçaya bölündü. Putun iki parçası, Gazne Ulu Camii ve Sultan Sarayı’nın önüne koyuldu. Diğer parçaları da Mekke ve Medine’ye gönderildi. XVI. sefer, çok ses getirdi ve Gazneli Mahmud, Halife Kadir-Billah Mahmud tarafından coşkuyla tebrik edildi. Bu seferin dönüşünde Gazneli Mahmud’un ordusu İndüs Catları diye bilinen nehir haydutlarının saldırısına uğramıştı. XVI. Hint Seferi de bu haydutları cezalandırmak üzere yapıldı. 1027’de Multan’a gelen Mahmud, 1000’i aşkın gemi yaptırdı. Her gemide 20 okçu ve neftçi vardı. Nehirde haydutlarla savaşarak Catların gemileri batırıldı ve yakıldı. Gazneli Mahmud son olarak Irak-ı Acem olarak bilinen Hemedan ve Rey şehirlerinde Batınîlerin cereyanı üzerine XVII. Hint Seferine çıktı. 1029’da Rey’e girerek bölgeyi temizledi. Ardından sefer dönüşünde de rahatsızlandı ve 1030 yılında vefat etti.

Gazneli Mahmud, Türk-İslam dünyasındaki en büyük sultanlardan biridir. Mahmud, Hindistan’ı babası zamanında tanımıştır. Onun bu seferlerini tarihçiler iki önemli sebebe dayandırmaktadır: zengin ülkenin imkânlarından faydalanmak ve İslâmiyet’i yaymak. O dönemin en meşhur ordusu olan Gazneliler, atikliği ve filleri ile ünlenmişti. Gazneli Mahmud bu fırsatı iyi şekilde değerlendirmiş ordusunu cihada, özellikle de Hindistan’a yöneltmiştir. Hindistan’da yaptırdığı imar faaliyetleri ile Türk-İslâm sentezini de mimariye yansıtmıştır.

 

DELHİ SULTANLIĞI (1206-1526)[3]

Türk kumandan Kutbüddin Aybeg, 1206’da Guri Sultanı Muizüddin Muhammed b. Sam’ı öldürerek tahta geçti ve Delhi Sultanlığı resmen kuruldu. Fakat sultanlığın gerçek anlamdaki kurucusu Kutbüddin Aybeg’in damadı ve halefi Şemseddin İltutmış’tır. İltutmış, Kutbüddin Aybeg'in ölümünden sonra taht iddiasında bulunan Taceddin ve Yıldız Nasırüddin Kabace'yi öldürerek tahta oturdu. Sihar, Ranthambhor, Mandar, Lahor, Mültan, Bengal, Bilsan ve Uccain'i zaptederek saltanatını kesinleştirdi. Aynı zamanda Halife Müstansır Billah’tan menşur ve hil’at alarak meşruiyetini kesinleştirdi. Merkezi otoritesi için ikta sistemini uyguladı, düzenli ordu kurdu ve para bastırdı. İltutmış’ın 1236’daki ölümünden sonra otuz yıl siyasi karışıklıklar baş gösterdi. 1266’da Gıyaseddin Balaban tahta geçerek bu karışıklıkları önledi. Sonrasında torunu Keykubad onun kadar başarılı olamayınca, 1290'da Emir Celaleddin Firüz Şah Halaci bir darbe ile tahtı ele geçirdi. Böylece Delhi Sultanlığında “Halaci” dönemi başlamış oldu. Firüz Şah’ın 6 yıllık yönetiminden sonra Alaeddin Muhammed tahtı ele geçirdi. Böylece 1296'da tahta sahip olan Alaeddin, Gucerat. Ranthambhor, Cithor, Mandü, Sivana ve Jalor’u fethetti. Aynı şekilde

Güney Hindistan'da Devagiri, Telangana, Dvarsamudra ve Madura gibi vilayetler Delhi Sultanlığının üstünlüğünü kabul ederek vergiye bağlandılar. Sultan Alaeddin kendi hükmü süresince çok başarılı olmuş, vergi sistemini düzenlemiş, ülke ekonomisini güçlendirmiş ve Moğol tehdidini tamamıyla önlemiştir. Sultan Alaeddin’in 1316’daki ölümünden sonra 4 yıl iç karışıklıklar yaşandı. 1320’de Gıyaseddin Tuğluk’un kendinini sultan ilan edişi ile Delhi Sultanlığında “Tuğluklar” dönemi başladı. Gıyaseddin Tuğluk, Bengal'de Telangana, Jajnagar ve Leknevti'yi fethetti. Fakat 1325’te esrarengiz bir şekilde vefat etti. Daha sonra oğlu Muhammed Tuğluk tahta geçmiş ve 26 yıl saltanatta kalmıştır. Bu uzun süreçte, merkez gücünü kuvvetlendirmek istese de başarılı olamadı. Delhi Sultanlığının Güney Hindistan'daki otoritesi gittikçe zayıflayınca Madura, Vicayanagar ve Behmeni gibi krallıklar bağımsızlıklarını ilan ettiler. Aynı zamanda Muhammed Tuğluk aydın, entelektüel ve ilme önem veren bir sultandı. Sıradan Müslümanlara ve Hindu görevlilere destek vererek, kabiliyetli olanları önemli görevlere getirdi. Hindulara önem verir, âlimleriyle sohbet ediyor ve festivallerine katılıyordu. Hindistan'daki dinlere de saygı gösteriyordu. Muhammed Tuğluk, İbn Teymiyye'nin talebelerinden olan Abdülaziz Erdebilli'yi de sarayında ağırlamıştı. Muhammed Tuğluk’tan sonra onun halefi olan Firuz Şah Tuğluk tahta geçti. 37 yıllık saltanatı boyunca Delhi Sultanlığında, insani değerlere önem veren bir idari anlayış hâkim oldu. Suçlulara işkence yasaklandı, ulemaya imtiyazlar tanındı, yeterli ürün alamayan çiftçilerin vergileri azaltıldı ve bu arada İslami olmayan yirmi sekiz çeşit vergi kaldırıldı. Evlenecek fakir gençler için bir "hayrat hane" ile ücretsiz hizmet veren bir "sıhhat hane" kuruldu. Aynı şekilde işsizlere iş bulmak için bir teşkilat faaliyete geçirildi. Kaynaklar Firuz Şah Tuğluk’u barışsever bir sultan olarak zikrederler. Askeri olarak da Bengal'e, Jajnagar'a, Nagarkot'a ve Tatta'ya seferler düzenledi. Firuz Şah’ın ölümünden sonra taht kavgaları ve iç karışıklıklar yeniden baş gösterdi. 1398'de Timur'un Delhi'yi talan etmesi bu karışıklıkları iyice arttırdı. Yönetimde Seyyidler dönemi başlasa da pek etkin olduklarını söyleyemeyiz. Behlül-i Ludi 1451’de Delhi’yi zapt edinceye kadar sultanlıkta hep isyanlar, karışıklıklar ve taht kavgaları tekerrür etti. Behlül-i Ludi, Hindistan’a göç eden Afgan asıllı bir aileye mensuptu. Mutlakiyetçi bir yönetime nazaran, katılımcı tarz geliştirerek Afganlı kabilelerin desteğini kazandı ve isyancıları önlemiş oldu. Yaptığı seferler neticesinde 1482’de Jaunpür'u zapt ettikten sonra Mevar ve Gvalior'u da kendisine bağladı. Böylece Delhi Sultanlığının otoritesi tekrar bütün Hindistan'da kabul edilmiş sultanlık eski itibarını kazanmıştı. Daha sonra 1489’da tahta çıkan halefi İskender-i Ludi, sınırları genişletti. Yeni alınan Jaunpur,  Bayana, Tirhut, Dholpür, Gvalior, Narvar ve Chanderi gibi bölgelerin daha iyi yönetilebilmesi için merkezi Delhi 'den Agra'ya taşındı. 1517’de tahta geçen İbrahim-i Ludi döneminde Delhi Sultanlığında iç karışıklıklar söz konusudur. Nitekim 21 Nisan 1526’da Babür Delhi’ye yürüdü ve İbrahim-i Ludi’yi mağlup ederek Hindistan’da Babürlü Hint-Türk İmparatorluğunun hâkimiyeti başladı.

 

BABÜR İMPARATORLUĞU[4]

Babür Şah’ın Panipat önlerinde kazandığı zafer Büyük Türk-Moğol İmparatorluğunun temelini oluşturdu. Bu devlet, kendi kültürü ve kuvvetiyle Müslüman dünyasındaki en büyük imparatorluk olarak kaldı. Ancak Babür Han’ın hâkimiyeti Hindistan’da uzun sürmemiştir. Aralık 1530’da Babür Şah vefat etmiştir. Hâkimiyet dönemi kısa sürmesine rağmen Babür Şah, Hindistan’ın ekonomik, siyasi ve kültür açısından gelişmesine büyük emek harcamıştır. Hindistan’a Orta Doğu ülkeleri tarafından yapılan askeri seferler Müslümanlar hâkimiyetindeki bir devletin teşekkül etmesine ve İslam’ın geniş bir çapta yayılmasına sebep olmuş, dolayısıyla Hindistan’ın kültürü ve edebiyatına büyük bir etki yapmıştır. O dönem tarihçilerinden Ziyaeddin Barani’nin yazdıklarına göre Delhi, Bağdat, Mısır ve yeni İstanbul’la rekabete geçebilen büyük şehirlerden birine dönüşmüştür.

 

TÜRK KÜLTÜRÜNÜN HİNDİSTAN’A ETKİSİ[5]

Hintçedeki Türkçe öğeler, Türk ve Hint kültür ve dil ilişkilerinin sonucudur. Qavurma (kavurma), bukca (bohça), çakmak (çakmak), sanduk (sandık), kefir (ayran), pulau (pilav), dada (dede), apa (abla), aga (ağabey), kurta (gömlek), jurrab (çorap) gibi örnekleri verebiliriz.

 

Mimari açıdan Delhi Sultanlığı sırasında Hindistan’a yapılan İslam eserlerinden bahsedebiliriz. Yeni Delhi’nin güneyinde bulunan Kutb Anıtının merkezi sayılan “Kuvvet ül İslam Camii”dir. Bu tesisi Delhi Sultanlığının ilk sultanı Orta Asyalı Türk (Türkmenlerin Halac boyundandır) Kutbüddin Aybeg yaptırmıştır. O günden itibaren Hint İslâm mimarlık sanatının temeli atılmış sayılır. Tarihi anıtlardan biri de Kutbeddin Aybek’in 1500’de yaptırdığı Delhi’deki ünlü

“Kutub Minar” minaresidir. XIV. yüzyılın baslarında hükümdar olan Alaeddin Kalaç, Kutb Anıtının yanından Siri şehrini yaptırmıştır. Babür Şah dönemindeki Moğol tarzı, Hindistan mimarlığında tam bir devri ihtiva eder. Dehli’de bulunan ve eski hisarlardan Purana Kila veya Cahanpanak sehir kalesinin içerisinde padişah odaları, özel ve içtimai bekleme salonu, cami, harem, bununla birlikte fonksiyonel yapılar olarak bilinen ambarlar, hamamlar ve havuzlar mevcuttur. Purana Kila’da bulunan Kuila Kuhna Camisi bilhassa Moğol mimarlığının numunesidir. Sazaram’daki Sirhan Mezarlığı ise Tuğluklularla Lodiler Hanedanlarının yaptırdığı sekiz köseli mezarlıkların en başarılısıdır. Cihangir’in varisi Cihan Şah, Moğol mimarlığını daha da geliştirerek zirveye ulaştırmıştır. Bunun somut delilini Agra’da bulunan Tac Mahal’de açıkça görmekteyiz.

 

Delhi Sultanlığının devlet dili olan Farsçanın gelişmesi Hindistan’da bu dilde edebiyatın, ayrıca şiirin meydana gelmesini sağlamıştır. Bununla birlikte Kuzey Hindistan’da Hint grameriyle Farsça Arapça sözcüklerin bir araya gelmesi süratiyle Urducanın meydana gelmesine büyük bir etki yapmıştır.

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

FAROOQ, Naimur Rahman, “Delhi Sultanlığı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1994, 9, 130-132.

KAYALI, Yalçın, “Hindistan Kuşan İmparatorluğunun Yükselme Dönemi ve Kral Kanişka (MS 78-99)”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 55/2 (2015), 189-204.

KONUKÇU, Enver, “Bâbürler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1991, 4, 400-404.

YAZICI, Nesimi, “İlk Türk-İslâm Devletleri Tarihi”, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 20. Baskı, Ankara 2019.

BOKULEVA Bota vd. “Türk Kültürünün Hindistan Uygarlığına Etkisi”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi 12/1 (2012), 441-454.

 

 

[1] Yalçın Kayalı, “Hindistan Kuşan İmparatorluğunun Yükselme Dönemi ve Kral Kanişka (MS 78-99)”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 55/2 (2015), 189-204.

[2] Nesimi Yazıcı, “İlk Türk-İslâm Devletleri Tarihi”, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, 20. Baskı, Ankara 2019, s 181-184.

[3] Naimur Rahman Farooq, “Delhi Sultanlığı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), (İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1994), 9, 130-132.

[4] Enver Konukçu, “Bâbürler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), (İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1991) 4, 400-404.

[5] Bota Bokuleva vd., “Türk Kültürünün Hindistan Uygarlığına Etkisi”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi 12/1 (2012), 441-454.

Selin Gizem Bahçeci

Celal Bayar Üniversitesi, Tarih bölümünde lisans son sınıf öğrencisiyim. Latin Amerika ve ABD Tarihi üzerine araştırmalarımı yürütmekteyim. Aynı zamanda 2019'dan bu yana Turkuaz Tarih Kulübü başkanıyım. Türkiye Kurbağa ve Sürüngenleri Gözlemciliği ve Fotoğrafçılığı Topluluğu'nda (Adameros, Herptil) aktif olarak sürüngen gözlemciliği, sürüngenlerin davranışlarını incelemekte ve araştırmaktayım. Sürüngen motifleri ve semenderlerin sanata yansıması da özel ilgi alanımdır.