
Nietzsche Ağladığında
Friedrich Nietzsche; Alman filozof... Latince’de "hiç" anlamına gelen "nihil" sözcüğünden türetilmiş olan, hiçbir şeyin önemli olmadığını, tüm değerlerin dayanaksız olduğunu ve aslında her şeyin bir bilinmezliği, bir hiçliği ifade ettiğini savunan Nihilizm’in savunucularından olan, tanrıtanımaz büyük düşünür, filolog ve felsefeci…
İrvin D. Yalom; Yahudi asıllı Amerikalı psikiyatrist, psikoterapist ve yazar. Ve onun kült kitabı Nietzsche Ağladığında da buluşan Nietzsche ve Doktor Breuer.
Psikolojiyi ve felsefeyi aynı kitapta buluşturan ve okurlarına bir edebiyat şöleni yaşatan bu kitap; birçok Avrupalı sanatçı ve düşünürün doktoru olan ünlü, saygın fakat ümitsizlik hastalığına tutulmuş ve başkasının kendi yerine verdiğini düşündüğü kararlarla istemediği bir hayatı yaşadığını ve bu hayatı yaşamaktan başka şansı olmadığını düşünen, ümitsiz bir teşhis dehası ile kimsenin tanımadığı, yalnızlığı seçmiş, ihaneti ve ayrılıkları tatmış, Tanrısızlığı seçen ve "Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır." diyebilen devrin ünsüz filozofu Nietzsche’nin arasında geçen terapi seanslarını can alıcı cümle ve tespitlerle anlatır okuyucuya. Kitabın bir bölümünden sonra değişen roller ile roman daha da ilginç bir hal almaya başlar. Kitapta kullanılan tüm karakterlerin isimleri gerçek hayatta da var olan kişilerden oluşur. Ve kitabın sayfaları arasında kayboldukça, okuyucu kitapta ismi geçen tüm karakterlerin gerçek yaşam öykülerini araştırırken bulabilir kendini.
Kabulleniş, gerçeklik, ümitsizlik, farkındalık gibi tüm kavramlar; doktor, hasta, felsefe ve psikoloji arasında pay edilip sunuluyor okuyucuya. Filozof Nietcszhe’yi Doktor Bruer’dan ayıran en önemli özellik çarpıcı gerçeklere karşı olan tutumu ve farkındalığı. Ve bu gerçeklik tutkusunu "Gerçeğin ne kadarına dayanabilirim?" sorusuyla her seferinde yüzleşerek arıyor ve herkesin bu soruyu kendine sormasının, sorabilmesinin gerekliliği üzerinde duruyor. Ve Nietzsche tüm Avrupa’da nam salmış Doktor Breuer’in mutsuzluğunun sebebi üzerine kafa yorarken aynı zamanda onun yaşamakta olduğu hayat ile ilgili olan farkındalığını da arttırıp tüm gerçekleri keskin bir dille yüzüne çarpıyor. Gerçeklerden uzak bir yaşam sürdüğünün farkında olmayan her insan gibi Dr. Breuer de her ne kadar bundan kaçmak istese de tek kurtuluşun gerçeklerle yüzleşme cesaretine sahip olup eyleme geçebilme becerisine haiz olmak olduğuna inanıyor. Bu terapi süreçlerinde yapılan her konuşma okuyucu psikolojik ve felsefi tahliller içeren cümlelerle içsel sorgulamalara, çarpıcı gerçeklere ve yüzleşilemeyen korkulara yönlendiriyor.
Terapi seansları okuyucuyu zekice yapılmış hamlelerle şekillenen bir satranç oyununun içine alıveriyor sanki. Fikir çatışmaları, görüş ayrılıkları ve her iki tarafın da zekasına hayran olunmasına sebep veren karşılıklı hamlelerle şekillenen bu süreçte okuyucu kendini altını çizdiği cümlelerin ifade ettiği anlamı düşünürken düşüncenin odalarında oradan oraya sürüklenirken buluyor. Felsefe ve psikoloji ile ilgilenmeyen okuyucu dahi kullanılan dil, anlatım teknikleri, sadelik ve uyandırdığı merak ile kitabın sayfaları arasında kaybolacaktır. Kitabın roman biçiminde kurgulanmış olması, Nietzsche’nin felsefe tarihine damga vurmuş sözlerinin uygun yer ve zamanda en optimist biçimde kullanılmış olması ve romanın akışına en uygun şekilde romana yedirilmiş olması da Yalom’a hayranlık duyup diğer kitaplarını da araştırma ve okuma arzusuna sebebiyet veriyor. Ayrıca karmaşık düşüncelere sahip bir filozof olarak gördüğüm Nietzsche’yi ve aforizmalarını da anlama ve üzerine düşünebilme noktasında da kitap okuyucuya büyük bir hizmet etmiş oluyor.
Tüm bu yönleriyle ele alındığında roman niteliğinde olmasına karşın bir çırpıda bitirmek istemiyor insan kitabı, her okuduğunda farklı bir varoluşsal sorgulamanın içinde kaybolmuşken buluyor kendini ve her gün belli düzeyde yapıyor kendi payına düşen terapi seanslarını.